Kural ve Koşullar TNT Turkey
Bununla birlikte hangi hallerde ödünç vermenin mutat faaliyet olduğu ve hangi hallerde ticari faaliyet sayılacağı hususu uygulamada bir takım ihtilâflar yaratmıştır. Bir kimse, bir yılda birden fazla kişiye veya bir yılda bir kişiye birden fazla veya birkaç yıl üst üste her seferinde başka birine borç para vermişse faaliyeti mutat ve kazancı ticari paribahis sayılır. Bu durumda artık gerçek kişilerin Hazine Müsteşarlığı’ndan aldığı izin sayesinde ödünç para vererek faiz elde etmesinin imkanı kalmamıştır. Yasal sınırlar dışına çıkarak faaliyetlerine devam eden kişiler ile ilgili olarak söz konusu Kanun’un 46. Maddesinde; “Bu Kanuna göre alınması gereken izinleri almaksızın finansal kiralama, faktoring ve finansman faaliyetlerinde bulunan kişiler, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun yararına olarak işlendiği tüzel kişi hakkında tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Ayrıca, bu suçun bir iş yeri bünyesinde işlenmesi hâlinde bu iş yerlerinin bir aydan bir yıla kadar, tekerrür hâlinde ise sürekli olarak kapatılmasına karar verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.Diğer taraftan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241.
Maddesinde kolluk tarafından kendiliğinden denetim yapılabilecek bu hâller gösterilmiştir. Önleme araması niteliğinde sayılmayan idari denetimler yönetmelikte sayılanlardan ibaret olmadığından daha pek çok özel kanunda ve düzenleyici işlemde idari denetimlere ilişkin hükümler yer almaktadır. Önleme aramasının sonucu arama kararı veya emri veren merci veya makama bildirilir. Ayrıca arama sırasında suç unsuruna rastlanılmışsa bununla ilgili özel olarak önleme araması tutanağı hazırlanır. Tutanak arama işlemine katılmış olanlar ve hazır bulunanlarca imzalanarak bir sureti ilgiliye verilir. Suç unsuruna rastlanmadığı durumlarda, aranan kişinin talebi hâlinde, kendisine arama kararı veya emrinin tarih ve sayısı, aramanın tarih ve saati, yeri, aranan şahsın ve arayan görevlinin kimlik bilgilerinin yer aldığı bir belge verilir. 1923’te İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde İzmirli Nazmi ile iki arkadaşı Latin harflerinin alınması konusunda bir önerge vermişlerdi; fakat kongre başkanı Kâzım Karabekir, “Latin harflerini kabul edemeyiz” diyerek kesin tavrını ortaya koymuştu (Hâkimiyet-i Milliye, 5 Mart 1923). Kâzım Karabekir’in bu tavrı çeşitli gazete ve dergilerde yeni tartışmalara yol açmıştır. 1924’te İzmir mebusu Şükrü Saracoğlu alfabe meselesini Büyük Millet Meclisi’ne getirmiş ve eğitim alanında yıllardan beri yapılan çalışmaların verimsiz kaldığını, bunun tek sebebinin Arap harfleri olduğunu ileri sürmüştür.
- Diğer taraftan Türk tarihinin çok eski olduğu üzerinde durularak İslâmiyet’ten önceki Türk tarihi çalışmalarına hız verilmişti.
- Daha ayrıntılı bilgi için TNT müşteri hizmetleriyle temasa geçiniz.
- Ancak Filistin ve Suriye cephelerinin çökmesi karşısında Halep’e çekilmek zorunda kaldı.
Nitekim 1934’te Türkiye’ye gelen İran Şahı Rızâ Pehlevî ülkesine dönünce bir dil akademisi kurdurmuştur. Claude Hagège dünyanın başlıca dil reformcularını sayarken Martin Luther, M. Agricola, V. Karadzić, L. Stúr, B. Sulek, I. Aasen, E. Ben Yahuda ve J. Aavik’in yanında Atatürk’ü de zikretmiştir (Language Reform, I, 11-18). Atatürk yabancı terimlere, yabancı bilim sözlerine karşı çıkmak ve dil meselelerini tartışmakla kalmamış, terim ve söz üretme konusunda birçok örnek de vermiş, hatta bir geometri kitabı bile yazmıştır. Türk Dil Kurultayı’ndan sonra yazılan bu küçük kitap geometri öğrenenlerle kitap yazacaklara kılavuz olarak düşünülmüştür. Kitapta Arapça geometri terimleri yerine birçok yeni karşılık bulunmuştur. 1934’te Osmanlıca’dan Türkçe’ye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi adıyla iki ciltlik bir sözlük yayımlandı. Bu eserde Türkiye Türkçesi’nden ve Anadolu ağızlarından sözler yanında belli başlı Türk diyalektlerinden alınma sözler de yer almıştı. Çünkü Tarama Dergisi’nde Osmanlıca sözlere birçok karşılık verilmişti. Yazarlar ise bir kavram için kendi tercihlerine göre ayrı ayrı karşılıkları seçiyordu. Dilin bir çıkmaza girdiğini kabul eden Atatürk dilin bu çıkmazdan kurtarılması gerektiği ve bunun aşırılıktan kaçınmakla mümkün olduğu kanaatine varmıştı (Atay, s. 447). ATATÜRK ve TÜRK DİLİAtatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâplar arasında dil inkılâbı özel bir yer tutar.
Mebuslar Meclisi de umulanın aksine Tevfik Paşa hükümetine güven oyu verdi. Ziyaretinden bir gün önce meclis hükümetin teklifi üzerine bir irâde-i seniyye ile kapatıldı. 22 Kasım’da Mustafa Kemal’i kabul eden Vahdeddin bazı şeylerden kuşkulandığını gösteren bir davranışla ona, “Ordunun komutan ve subayları eminim ki seni çok severler, bana teminat verir misin ki onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir? Mustafa Kemal önce padişahın böyle bir harekete ilişkin bir şey duyup duymadığını anlamak istedi ve arkasından İstanbul’a yeni geldiğini belirterek, “Sizi temin ederim hiçbir fenalık beklemeyiniz” dedi. 20 Aralık’ta üçüncü defa Yıldız Sarayı’na çıktı, fakat yine de padişahtan beklediği cevabı alamadı. Bunun üzerine arkadaşlarıyla ülkeyi parçalanmaktan kurtarabilmek için bir millî mukavemet hareketi başlatmaya yöneldi. Çözümü Anadolu’da arama görüşü ağırlık kazanırken Mustafa Kemal, değişik çevrelerde girişimlerini sürdürerek İstanbul’daki müttefik devletler temsilcileriyle de görüştü. Bunlar arasında İtalya yüksek komiseri Kont Carlo Sforza ile İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurulmasında etkili olan rahip Robert Frew de bulunmaktaydı. Bu görüşmeler, ona Millî Mücadele’ye girişildiğinde İtalyanlar’dan yararlanmada ve söz konusu cemiyetin etkinliklerini kısıtlama yolunda gereken önlemleri almada faydalı olmuştu. Anayasa Mahkemesi Tüzüğünün 73’üncü maddesinde, temel hakların tedbirle korunmasını gerektiren durum olarak, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlikenin bulunması hali öngörülmüştür.
Sevdiği şarkıların güftelerini not defterlerine yazar ve bazı şarkılarla Rumeli türkülerinde sanatçılara eşlik ederdi. Çok sesli müziğin yaygınlaşmasına önem verdiğinden İran Hükümdarı Rızâ Şah’ın Ankara’yı ziyaretinde sergilenen ilk Türk operası Özsoy onun isteği üzerine yazılıp bestelenmişti. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resimle olursa ressamlık, oyma ile olursa heykelcilik, yapı ile olursa mimarlık olur” diyen ve 10. Yıl nutkunda Türk milletinin tarihî bir vasfının da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmek olduğunu belirten Atatürk bu alanda da yeni atılımlara girişmişti. Bu amaçla Sanâyi-i Nefîse Mektebi 1927’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne, Mûsiki Muallim Mektebi de konservatuvara dönüştürüldü (1936).